KIBRISLI TÜRKLERİN ÇANAKKALE DESTANI:
ERENKÖY DİRENİŞİ
Erenköy,
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin (KKTC) batı
bölgesinde yer alan küçük, ama şirin bir kasabadır. Ancak Erenköy bölgesinin, KKTC topraklarıyla doğrudan bir kara
bağlantısı yoktur. Bunun sebebi, Erenköy bölgesinin üç bir yanının Rum bölgesiyle, kuzey
bölgesinin ise denizle çevrili olmasından kaynaklanmaktadır.
Erenköy’ün
halkının kahir ekseriyeti Türklerden oluşmaktadır. Ancak şimdilerde sivil
yerleşime açık bir bölge değildir. Bugün itibarıyla burada, KKTC’nin sadece askerî
birlikleri bulunmaktadır. Bunun yanı sıra bölgede, şehit olan 13 askerin kabri de
bulunduğundan her sene anma töreni yapılmaktadır.
Aslında Erenköy, Kıbrıs Türk
mücadele tarihinde yaşadığı acılı günlerle ve gösterdiği direniş ile adını
duyurmuş bir bölgedir. Bu yüzden Erenköy’de yaşanan hadiseler, I. Dünya
Savaşı’nda Çanakkale’de yaşanan hadiselerin küçük bir yansıması olarak da
değerlendirmektedir.
Çanakkale
Savaşı’nın, Anadolu’nun yabancı işgalinden kurtularak modern Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yeri ve önemi ne ise Erenköy Direnişi’nin de Kıbrıs
Türk halkının 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekâtı’na ulaşmasında ve KKTC’nin
kuruluşunda yeri ve önemi aynıdır.
Her
şeyden önce Erenköy, Kıbrıslı Türklerin Anadolu’dan silah getirdiği en önemli
limanlardan birisidir. Zira bölge, Kıbrıslı Türklerin denize sahili olan birkaç
sayılı kasabasından biridir. Bu nedenle bir mermi taşımanın bile idam cezasıyla
cezalandırıldığı İngiliz döneminde 4.5 metrelik boyundaki sandallarla,
Anadolu’dan silah getiren ilk köylülerin Erenköy’den çıkması boşuna değildir.
Özellikle Türkiye’den sandallarla gelen silahlar, buradan çeşitli yollarla
Lefkoşa’ya ve adanın diğer bölgelerine ulaştırılmışlardır. Dolayısıyla Erenköy’ün,
Kıbrıslı Türklerin 1974’e kadar dayanmasında katkısı oldukça büyüktür.
Kaldı
ki Erenköy’de yaşananların, Kıbrıs Türkü ile Anavatan Türkiye’nin
bağlantısının kesilmemesinin önemini ve bunun için yapılabilecek fedakârlığın derecesini
göstermesi açısından da önemlidir.
Coğrafî
olarak bakıldığı zaman Erenköy, birçok Rum köyünün arasında kaldığı
görülmektedir. Bu nedenle Rumlar, 25 Aralık 1963 tarihinden itibaren bölgede yığınak
yapmaya başlamışlardır. Fakat henüz bir çatışma başlamış değildir. Bu sırada,
sayısı 500 civarında olan ve Türkiye’de üniversite
öğrencisi olan Kıbrıslı Türk öğrenciler, Nisan 1964’te bölgeye çıkmaya
başlamışlardır. Bunun üzerine 25 Nisan 1964 tarihinde Rumlar, saldırıya geçerek
çatışmaların başlamasına neden olmuşlardır. Çeşitli aralıklarla devam eden
çatışmalar, 2 Ağustos 1964 tarihinde en şiddetli halini almıştır. Bunun üzerine
çevredeki diğer Türk köylerinin sakinleri Erenköy’e sığınmak zorunda
kalmışlardır.
3
Temmuz 1964’de Atina’ya giden Grivas, Atina’daki temaslarının tamamladıktan
sonra 6 Ağustos 1964 akşamı Lefkoşa’ya dönmüş ve Kıbrıs Rum Silahlı Kuvvetleri
Genel Karargâhı’ndaki toplantıda Rum Silahlı Kuvvetlerinin son durumu hakkında
bilgi almıştır. Silahlı Kuvvetler Başkomutan Muavini Prokos’un Dillirga
bölgesindeki askerî yığınak hakkında bilgi vermesinden sonra Grivas, Lorovouno
tepesinin ele geçirilmesi için hücuma geçmeye karar vermiştir. Daha sonra
Grivas, Alevkaya bölgesinin hemen güneyindeki Lorovouno tepelerinin ele
geçirilmesi için Makarios’un onayını istemiştir. Grivas’ın bu talebinden sonra
Rum Bakanlar Kurulu’nu toplantıya çağıran Makarios, Bakanlar Kurulu’ndan
oybirliği ile ‘Harekâtın yapılması’
kararını almıştır.
Makarios,
Bakanlar Kurulu kararını Grivas’a duyururken “Harekâta geçmeden önce Yunan Hükümeti’ne danışılarak Yunan Hükümeti’nin
izninin alınması gerektiğini” söylemiş, Grivas da Yunan Dışişleri Bakanı
Kostopulos ile görüşüp onayını almadan harekete geçmeyeceğine dair söz vermiştir.
Ancak bu sözünü tutmadığı anlaşılan Grivas’ın Dillirga bölgesine saldırı emrini
vermesiyle 6 Ağustos 1964 tarihinde Türk-Rum çatışması başlamıştır.
Bu
saldırı sırasında Erenköy bölgesinde bulunan bir avuç Türk mücahidi, oldukça zor
şartlar altındadır. Mücahitler arasında, saldırıdan kısa süre önce Ada’ya
gizlice çıkan Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf Denktaş da bulunmaktadır. Sıkıntılı
durumu telsizle Ankara’ya bildiren mücahitler, yardım talebinde bulunmuşlardır.
Kısa bir süre sonra Türk savaş uçakları bölge üzerinde ihtar uçuşlarına başlamışlardır.
İhtar uçuşlarına rağmen Rum saldırılarının devam etmesi üzerine Türk uçakları,
Rum askerî birliklerine karşı harekâtı başlatmışlar ve saldırgan Rum kuvvetlerini
bozguna uğratılmışlardır.
Bunun
üzerine Bakanlar Kurulu’nu toplayan Makarios, yenilginin sorumlusunun
Yunanistan’a haber vermeden saldırıya geçen Grivas olduğunu ileri sürmüş ve
Sovyetler Birliği’nden yardım istemiştir. Makarios’un yardım çağrısından sonra
Kruşçev, Başbakan İsmet İnönü’ye bir mesaj göndererek, Türkiye’nin “Kıbrıs’a saldırıda bulunmakla, üzerine sorumluluk
aldığını” belirtmiştir.
Diğer
yandan Yunanistan Savunma Bakanı Garufalyas, saldırının geceleyin de devam
etmesini ve muhtemel bir Türk çıkarmasına karşı birliklerin sahildeki yerlerini
almasını istemiş, bunun üzerine Grivas tekrar komutanlık karargâhına geçmiştir.
8 Ağustos günü çarpışmaların başlaması üzerine Türk uçakları Rum kuvvetlerine
karşı tekrar saldırıya geçmişlerdir. Türk jetlerinin müdahalesi sonucu Rumlar
saldırıyı durdurmak zorunda kalmışlardır.
Aslında
8 Ağustos günü Rumların topyekûn saldırıya geçmesi sırasında ada Türklerinin ağzını
bıçak açmıyordur. Erenköy ha düştü; ha düşecektir. Bölge hem karadan, hem de
denizden bombardıman altındadır. Türk mevzilerini ve direniş ruhunu, denizden
hücumbotlar, karadan da tanklar dövmektedir. Bu yüzden Lefkoşa’da olduğu gibi, adanın
diğer bölgelerinde moraller bozuktur.
Etrafı
kuşatılmış, aileleriyle bağlantısı kesilmiş, sarp ve dağlık bir bölgede, öğrenci
mücahitlerle köylü halk, hep birlikte savaşmak zorunda kalmışlardır. Silah
altındaki öğrenci mücahitlerin pek çoğu tetiğine sarıldığı silahları tanımamaktadırlar.
Çünkü onların hiç biri profesyonel asker değildirler. Aslında onların büyük bir
kısmı, 2-3 haftalık atış eğitimiyle silah kusanmış, vatan sevgisiyle dolu
Çanakkale şehitlerinin torunlarıdırlar. Kaldı ki onlar, doğru düzgün ve planlı bir
askerî organizasyona da tâbi değildirler. Hatta komuta merkezleri bile yoktur. Ta
ki TMT’nin efsanevi Bayraktarı Ali Rıza
Vuruşkan gelene kadar...
Ancak
bu süre zarfında kimileri şehit olmuş, kimileri yaşamı tanımadan yanı başında silah
arkadaşlarının ölümüne şahit olmuşlar, çoğunluğu savaşın bitmesine karşın
bölgeden çıkamadığı için 2 yıl gibi bir süre daha bölgede açık hapishanede yaşamak
zorunda kalmışlardır. Bir kısmı yıllarca travma ve hastalıklarla boğuşmuş; hastalıktan
hayatını kaybedenler olmuştur.
Aslında
bu dönemde gözler, Anavatan Türkiye’ye çevrilmiştir; ancak ne gelen vardır, ne
de giden vardır. Üniversite gençliği ve köy halkı, silah ve sayı bakımından kat
be kat üstün Rum kuvvetleri karşısında ayakta kalabilmek için ne gerekirse yapmaya
çalışmaktadırlar.
Rum
Milli Muhafız Ordusu ve Yunan birliklerinin son hücumundan önce, “Türkleri denize nasıl dökeceğimizi gelin,
siz de görün” diyerek, bölgedeki Rum köyleri otobüslerle Erenköy civarına nakledilmişlerdir.
O
günlerde Cumhurbaşkanı Muavini merhum Dr. Fazıl Küçük ve arkadaşları da derin
bir kaygı içerisindedirler. Ankara’ya durum anlatılmış ve müdahalenin
kaçınılmaz olduğu ifade edilmiştir. Ancak anlaşılmaz bir sessizlik vardır.
Hâl
böyle olunca 8 Ağustos günün öğleden sonraki bir vaktinde iki Türk uçağı uyarı
uçuşu yapmak zorunda kalmıştır. Ancak Rumlar, buna rağmen ilerlemeye
başlamışlardır. Kıbrıslı Türkler ise buna karşı gelerek direnmeye devam etmişlerdir.
9 Ağustos günü 64 Türk uçağının müdahalesiyle çatışmalar sona ermiş ve Rumlar
geri çekilmek zorunda kalmışlardır. 10 Ağustos günü ise ateşkes
imzalanarak çatışmalar sona ermiştir.
Harekâtın
tamamlanmasından sonra Erenköy sahillerine yanaşan bir Türk gemisi, bölgedeki
yaralılarla birlikte, 1 Ağustos 1964 tarihinde Erenköy’e gizlice çıkan Denktaş’ı
Türkiye’ye getirmiştir.
Erenköy
savaşının başlarında, “Türkiye müdahale
ederse kurtaracak Türk bulamayacaktır” diyen Makarios, Türk savaş
uçaklarının iki günlük harekâtından sonra ateşkese razı olmuştur. Ancak Erenköy
saldırısında sırasında Rumlar 53 ölü, 125 yaralı verirken; Türklerin kaybı 18
şehit, 4 kayıp ve 32 yaralı olmuştur.
Erenköy
çarpışmalarından sonra Kıbrıslı Türklere ekonomik abluka uygulayan Makarios,
stratejik madde olduğunu ileri sürdüğü çimento, demir, çivi, kereste, benzin,
ayakkabı bağı gibi maddelerin Türk bölgelerine girişini yasaklamıştır. Bununla
da yetinmeyerek, Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı’nın görev değişikliğine de engel
olacağını belirtmiştir. Ancak Türkiye’nin Eylül ayında kuvvet kullanarak Kıbrıslı
Türklerin ihtiyaç duyduğu maddeleri Ada’ya taşıyacağını açıklamasından sonra
Makarios, yardım malzemelerinin Türk bölgesine ulaşmasına göz yummak zorunda
kalmıştır.
Aslında
Erenköy’de yaşananlar, film platosundan çıkmış bir sahne gibidir. Bu yüzden tarih
kitaplarında ifade edildiği gibi ‘Erenköy
Destanı’ demek hiç de yanlış olmayacaktır. Ancak insanî boyutuyla ele alınmayan,
birkaç nesil dışında genç kuşaklarca bilinmeyen bu dram, layığı veçhile ele
alınmış değildir.
Buna
rağmen her yıl 8 Ağustos’ta sabahın ilk saatlerinde otobüslere dolan Erenköy ve
çevre köy sakinleri, Kuzey’de yaşadıkları Yeni Erenköy’den yola çıkarak, bir
zamanlar kendilerine kucak açan Erenköy’ün havasını yeniden solumak, kendine
özgü kekik bitkisini toplamak için Erenköylülerle birlikte yola koyulmaktadırlar.
Erenköy Mücahitleri de uğruna kan döktükleri vatan toprağına yeniden ayak
basmak, eski anılarını tazelemek için otobüs kervanına katılmaktadırlar. Dolayısıyla
binlerce kişi, her yıl Erenköy Direnişi’ni anmak için Erenköy’e gitmektedirler.
Bununla
ilgili olarak Erenköy mücahidi Hüseyin Laptalı, şu dizeleri kaleme almıştır:
“Gelirseniz kurtuluruz, gelmezseniz vatan
sağolsun!
O da taktı miğferi başına.
Yürüdü cepheye vardı.
Savaşacak, savaşacak, savaşacaktı.
Onun da vardı tek kurşunu saklı.
O öğretmişti bizlere bu aklı.
Ben gibi, arkadaşlarım gibi…
O da beynine sıkacaktı.
Kararlıydı asla teslim olmayacaktı.
Geldiler ve kurtulduk”.
Aslında
Erenköy’de yaşananları tarif etmek oldukça zordur. Ancak İngiliz gazetesinde bununla
ilgi çıkan bir haber meseleyi özetlemesi açısından yeterlidir: “Bu bir savaş değildir; bu Yunanistan ve Makarios’un
üniversite öğrencilerine karşı uyguladığı katliamdan başka bir şey değildir.”
Bu
yüzden Erenköy mücahitleri ve halkı için 8 Ağustos günü, yeniden doğuşun tarihidir.
Bir başka deyişle Türkiye sayesinde yeniden yaşama kavuştukları gününün
belgesidir.
Pek
tabiî ki o gün, Yüzbaşı Cengiz Topel’in uçağının düşürüldüğü ve hastanede katledildiği
günün de tarihidir. Kısacası 8 Ağustos, denize dökülmek istenen Erenköylülerin,
ölüme meydan okuduğu günün tarihidir. Bu nedenle o günden bu yana 8 Ağustoslar
bir bayram havasında kutlanmaktadır. Ancak toprağa verilen şehitlerimiz
anıldığında, insanın içini buruk bir hüzün de kaplamıyor değildir.
Unutmamak gerekir ki Erenköy, on
sekizi 1964’te, üçü de 1974 yılında olmak üzere toplam yirmi bir kişi şehit verildiği
vatan toprağıdır. Dolayısıyla Erenköy Direnişi, Kıbrıs
Türkü’nün özveriyle ortaya koyduğu mukavemetin adı ve taçlandırılmış ruhudur. Bu
yönü ile Erenköy Direnişi, Kıbrıs Türk halkının 1878 yılında adanın
İngilizlere verilmesiyle birlikte ortaya çıkan mücadelenin en kritik
dönemeçlerinden birisidir.
Bu
yüzden Erenköy Direnişi, başlı başına bir destan, bir kahramanlık timsalidir. Erenköy,
adeta Kıbrıs Türkü’nün var oluş mücadelesinde bir kilometre taşıdır. Bir başka
deyişle yaşamla, ölüm arasında bir ince çizgi gibidir. Ayrıca Türkiye’nin
gerektiğinde Kıbrıs Türk halkının yok oluşuna seyirci kalmayacağını ve
müdahaleyi yapmaktan kaçınmayacağını göstergesi açısından da bir nişanedir. Hâl
böyle olunca KKTC’ye ait Kıbrıs’ın batı ucundaki bu toprak parçasında bugün
Türk ve KKTC bayrağı dalgalanıyorsa, bunun önemi ve anlamı büyüktür.
Misal
olarak ailesi ve 4 çocuğu ile helalleşip, Erenköy’de cepheye koşan ve Erenköy
kuşatmasında denizden Türk mevzilerini top ateşine tutan Rum hücumbotunu
havanla tek başına püskürten Seyit Onbaşı gibi Londralı Fuat Efendi de bu
kahramanlardan sadece bir tanesidir. Kimse onlara vatan müdafaası için çarpışın
dememiştir. Aksine 15.000 Yunan askeri ile takviye edilmiş Rum Milli Muhafız Ordusu
ve EOKA milis kuvvetlerinin kuşatması ve katliam korkusu altında yaşayan anne
ve babalarının, ailelerinin bu çıkarmadan haberi bile yoktur.
Kıbrıs
Türkünün hayatı, özgürlüğü, bağımsızlığı ve egemenliği için öğrenimlerini ve Kıbrıs
dışındaki güvenli kariyerlerini bir kenara iten; sadece en güzel yıllarını
değil, canlarını vatan müdafaasında kahramanca ortaya koyan Kıbrıs Türkünün
inançlı, imanlı ve vatan sevgisiyle dolu genç insanları, size ebediyen
minnettardır!
Bugün,
pek çoğunun saçına ak düşmüş bu kahramanlarımızı, en içten takdir duygularımızla
yeniden selamlamak, şehit düşenlerin aziz hatırası önünde eğilmek, ebediyette
intikal edenleri rahmet, saygı ve şükranla anmak bizlerin boyunun borcudur.
Ruhunuz
şad olsun; özgürlüğümüz bâki olsun!
Fotoğraflar : Yüksel Şipka
Metin : Doç.
Dr. Soyalp TAMÇELİK
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder